KIL
Ne kadar kıl bir başlık değil mi? Kıl… “Kıl diye başlık mı olur” demeyin oldu işte. Ben yazdım oldu. Geçen gece, uykunun dayanılmaz cazibesi ile giriştiğim mücadele sırasında hemen uyumamak için bir şeyler düşünmeye çalışıyordum. Hani derler ya Türk’ün aklı ya kaçarken ya da buraya yazsam editörün sileceği eylemi gerçekleştirirken. İşte bende üçüncü seçeneği buldum. Benim aklım ise uykuya dalmadan önceki o sersemlik halinde çalışıyor galiba. Tabi buna çalışmak denirse. Ne yazmalıyım diye düşünürken birden aklıma kıl kelimesi geldi. İnanın nerden geldi nasıl geldi bilmiyorum ama “kıl üzerine bir yazı yazmalıyım” dedim, kendi kendime. Yazının amacı ne olacak, sonu nereye ve nasıl bağlanacak inanın şu satırı yazarken dahi bilmiyorum. Bakalım kalemim nereye götürecek beni bende merakla beklemekteyim.
Sağ olsun eski blogçu arkadaşlar yazacak konu bırakmamışlar. Hemen her konuda birden fazla blog var. Bütün suç bu arkadaşların. Onların yüzünden farklı bir şeyler yazmak isteyenler ise benim gibi böyle, kamera önüne geçmeye fırsat bulamamış, arkasında çalışan konulara yöneliyorlar. Acaba kıl konusunda blog varmıdır? Bakmaya fırsatım olmadı. Yoksa da ilkini ben yazıyorum, hayırlı uğurlu olsun.
Kıl; itilmiş, kakılmış, hor görülmüş, ezilmiş bir isimdir. Estetik olarak güzel görünmemizi sağlayan kıllarımızı onurlandırıp, güzel isimler takmışızdır. Saç, kaş, kirpik, sakal, bıyık. Ama hoşumuza gitmeyen varlığıyla bizi rahatsız edip kurtulabilmek için epeyce zaman ve para harcadıklarımıza ise kıl deriz. Bacak kılı, göğüs kılı, burun kılı, kulak kılı, ora kılı, bura kılı. Ama bu arkadaşların hepsinin genel adı kıldır. Kabul etsek de etmesek de. Kıl ismi o kadar iticidir ki; onunla mücadelede kullanılan alet ve ekipmanlar da dahi adı kullanılmaz. Onlara da ayrı isimler takılmıştır. Tüy dökücü… Epilasyon aleti… İsterseniz bu malzemelerin başına kıl yazıp bir okuyun, bakın nasıl duruyor.
Kıl atalarımız tarafından da irdelenmiştir. Güldürürken düşündürme amacı ile yazılmak istenen sözlerde kullanılmıştır hep ismi. Ama nedense hep +18’lik atasözleridir bu özlü sözler. Atalarımız bile kıla, kıldır anlayacağınız. (Bunları buraya yazmamı beklemiyorsunuzdur umarım. Zaten yazmama gerek yok. Bunları bilmeyen yoktur, az bir düşünün, hemen aklınıza gelecektir.)
Nedir bu kılın bizden çektiği. Dünyada milyonlarca kişi ekmek yiyor halbuki bu vatandaş sayesinde. Hesap yapmaya kalksak devasa rakamlar çıkar karşımıza. Berberler, kuaförler ve onların çırakları, kozmetik, kimya, temizlik, reklam sektörleri çalışanları sahip oldukları maddi imkanlarının büyük çoğunluğunu kıla borçlu. Genel cerrahlar bile belli oranda bu kıldan para kazanıyor.
Başka türlü faydaları da var kılın. Askerde hava değişimi mi almak istiyorsun. “Kılım döndü komutanım”. Bir operasyon. Pat 20 gün hava değişimi.
Peki biz ne yapıyoruz, varlığıyla dolaylı da olsa faydalı olan kıla. Kıllık yapıyoruz. Kategorize ediyoruz, hemen her şeyi ettiğimiz gibi. Sınıf ayrımı yapıyoruz. Halbuki adını da değiştirsek kıl kıldır.
Sevmediğimiz insanın lakabı hazır, kıl adam . Saçımız seyrekleştiğinde “saç ektirmiş” diyoruz da olmadık bir yerde döndüğü için doktora “tüyüm döndü galiba doktor bey” demiyoruz. Çünkü o garip, kimsesiz, istemeden de olsa başımıza iş açtı, olmayacak bir yerde döndü. Bilmezler ki o dönen aslında kafamızdan dökülüp aşağıya inmiş saç telidir. Vururlar abalıya. Kafada güzel görünürken saç, aşağıda dönünce kıl olur.
İşte biz insanlar iki yüzlüyüz. Kıl bu özelliğimizi belki de yüzümüze vuruyor. Ama haberimiz yok. Menfaatimiz olunca sevgi, saygı el üstünde taşıma. Menfaat yok, sıkıntı yaratıyorsa tü, kaka. Direk bir faydan yoksa kılsın. Dolaylı faydanı ise kimse görmez.
Son olarak iki soru. Birileri tarafından, onlara menfaat sağlamadığınız için, kıl durumuna düşürüldünüz mü? Ya da tam tersi, siz birinin aslında kıl olduğunu unutup adını değiştirdiniz mi?
Çevremize bir bakalım. Menfaatimiz olmadığı için kıl muamelesi yaptığımız kaç insan var hayatımızda. Kaç tane de aslında kıl olduğu halde sırf menfaat kaygısı ile adını değiştirip başımıza saç yaptığımız.
Düşünün…